Pazar, Ekim 08, 2017

Vurgun Yemişçesine

             
"Ne yapıyorum ben?"
   “Ben kötüyüm, hem de çok kötü biri. Şu yaptıklarıma baksana! İnsan olan yapar mı bunu? Yaşlı, hasta bir adam. Yaşamak için dişini tırnağına takmış biri, yalnızca hasta, beyni oyun oynuyor ona, farkında değil. Farkında olamıyor, konuşunca rahatlıyor, kendi kendini karşısına alıp konuşuyor yalnızca, zamana aldırmadan..."
               Anlasana artık, kabullen durumunu. Normal işler bekleme daha fazla hem kendine hem de ona eziyet ediyorsun. Ölecek herkes sonuçta, bu dünyaya direk olan var mı duyduğun?.. 
              Gene aynı gecelerden, daha doğrusu sabahlardan biriydi. Rahatsız olan babası halüsinasyona girmiş kendi kendine konuşuyordu, sohbet ediyordu saatlerce, kendisi sorup kendisi cevaplıyordu. Bu konuşmaları rahatlatıyordu kendini, bazen gülümsüyordu, konuşmaları net olarak anlaşılıyor, karşıdan gören de birisiyle konuşuyor sanırdı. Anormal gelecek bir durum fark edilmiyordu.
          Çok defalar dinlemişti gizliden gizliye babasını, yaşlı adam. Baba oğul birlikte yaşıyorlar, idare edip gidiyorlardı, nereye kadar gideceğini bilmiyordu hiç birisi de gidebildikleri kadar götüreceklerdi.
        Oğlana zor gelmişti ilk zamanlar ama o da alıştırmaya zorladı kendini, başka çare görememişti. Başa geldi çekilecekti, çare yoktu. Varsa da bilmiyordu henüz. Birkaç resmi kurumdan yardım istemiş olsa da can havli ve panik halinde, olumlu cevap alamadı hiçbirinden. Herkesin ne kadar da akıl vermeye meraklı olduğunu anladı bu durumları sayesinde.
       Bir süre daha araştırdı, soruşturdu babasıyla ilgili yardım alabilmek için ama olmuyordu bir türlü. Hiç kimse sahip çıkmak istemiyor ama bol bol akıl veriyorlardı. Akıl küpü olup çıktı sayelerinde “Vay anasına yahu, memlekette ne kadar çok akıl varmış ki herkes ortalığa saçacak bahane arıyor, akıl seli götürüyor sokak ve caddeleri.” diye söylenerek çıktığını hatırladı, son başvurduğu kurumun müdürünün kapısından çıkıp çalışanların arasından geçerken söylenmişti. Söylenmişti de başına gelenleri hatırladıkça ağzını açmak bile istemiyordu.
         Bu kadar akıllının arasında ne işim var benim diye geçiriyordu zaman zaman. Alıp başını gitmek istiyordu neresi olursa olsundu, hiç durmak istemiyordu. İstediği çok kolay bir şeydi ama yapması mümkün değildi onun için, hasta yaşlı adamı ne yapacaktı, nasıl taşıyacak, nasıl barındırıp karnını doyuracaktı. İlaçları vardı her iki saatte bir. Aklına geldiği anda zınk diye çakılıyordu düşünceleri, bir daha yerinden oynamamacasına.
          Gidemeyeceğinin farkına vardı uzun zaman sonra ve kabullendi durumu ister istemez. Seçeneği yoktu bu yaşamda, hiç olmuş muydu ki yaşamı boyunca? Olduğunu pek hatırlayamadı. Onun için yaşamı zorunlu, tek yönlü seçeneklerle doluydu. Bazen tek yöne yürürken kör duvarlar dikilmişti önüne, aşmıştı her birini teker teker velhasıl kelam bu günlere gelmişti işte.
         Oturduğu yerde başını kaldırdı bir an, daldı gitti gözleri uzaklara. Sakallarının beyazlığı saçlarıyla karıştığında daha değişik görünüyor suratı, son bahar yapraklarının savrulduğu sıradaki arada görünen ağaç dalları gibi bir görünüp bir kayboluyordu gözleri.

26/

                                                                                                                    Dedenin Torunu


Görsel: Google Görseller

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlar:
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.