Çarşamba, Eylül 27, 2017

Uzak ve Yakın Ne İfade Eder?

UZAK VE YAKIN
Kelebek

Bazen öyle uzaklıklar vardır ki dünyanın diğer ucu kadar uzaktır insana ama dokunabilirsin, hissedebilirsin dokunduğunu, sıcaklığını, kalp atışını. Görebilirsin gözlerindeki ışıltıyı, parıl parıl parlar gözlerini oyarcasına. Yürürsün hiç durmadan, yorulmadan, bıkmadan ulaşmak için, görmez gözlerin başka bir şey hedeften başka.
Yana yana küle dönersin kor alevler içinde farkında olmadan. Farkında olmadan tükenmiştir zaman gidersin gülümseyerek istemeden.
Hiç bakmazsın arkana, ihtiyaç yoktur çünkü, tek hedef vardır uzağı yakın etmek ve dokunmak, hissetmek sıcaklığını dokunduğunun, alev alev yanarcasına.
“İşte, işte bütün mesele bu, oldu tamam bu iş” dersin içine kocaman kocaman nefesleri çekerek ve ılık havayı doldurarak. Çektiğin onca hasret yığınları erimiştir birden, yükün hafiflemiştir kuşlar kadar, uçarsın havalarda olmasa da kanatların. “Her zaman kanatlarla uçulmaz ki” dersin sana bakıp gülenlere dönerek ve devam edersin uçmaya ellerini çırparak havada.
                Bazen de öyle yakınlıklar vardır ki, yanı başında, yan yanasındır, dokunursun hissetmezsin, bakarsın göremezsin, kuzey kutbu gibidir olduğun yer, yanıldım dersin yürürsün güneye doğru gittiğini sanarak. Dokunursun tekrar bir süre sonra soğukluk gelir parmak uçlarına, nefesinin buharını görürsün koştururken, gözlerin yanmaya başlar soğuğun sızlattığı sinirlerden. Alev alevdir için dışın kaynar buzlar eriyerek ve sen tamam dersin eriyor buzlar.
                Yürümek azaptır kaygan buzlu yollarda, nereye dönsen buzdur alabildiğine. Çarparsın bir o yana bir bu yana bazen gücün bitip tükendiğinde. Uzak, çok uzak, ulaşılmaz görünür hedeflediğin yer, siliktir görüntüler belli belirsiz. Gecelerin karanlığında daha da bastırır ayaz ve çökersin olduğun yere sabahın alaca karanlığı çıksın ortaya diye.
Geçmez olur zaman bazen, yitirirsin zaman kavramını, yürümeye devam edersin amaçsızca ayakta kalmak için. Bilirsin oturup uyuduğunda öleceğini ve umutların biteceğini. Umutla uyanık kalmaya çalışırsın inat olsun diye ayaza ve karanlıklara. Hafiften bir sıcaklık vurursa bazen yüzüne canlanır koşmaya niyetlenirsin can havliyle. Ve bir gün ve bir gün mutlaka… diye.
"Ağustos böceği"
Kim bilir? Belki de çıkmayan canda umut vardır! Tutarsın elinden çıkmayan canın “haydi, haydi” dersin fısıltıyla, bağırdığını düşünerek.  Ses de kısılmıştır açılmayasıya bir daha. Ayaz zarar vermiştir ses tellerine şarkı, türkü söyleyemesin diye.
Şarkı, türkü olmazsa nasıl biter bu yollar?
Bazen Kelebek olmak istersin ayaz yakıp kavurduğunda vücudunun her yerini, bazen de ağustos böceği; yaşama azmin doruk yapar her olumsuzluğa karşı, bilenirsin hiç olmadığı kadar; gönüllüsündür kışlara aç girmeye. “Olsun, olsun varsın” dersin bir anlık mutluluk için değeceğini düşünerek.
Savaştır en acımasızından bile isteye kabullendiğin ve omuzladığın bütün yüklerinle çöke kalka yürümeye çalışırsın çoğu zaman uzakları yakın etmek için. Ne yazık ki uzak uzaktır sana ve hiç ulaşamayacağını düşünürsün bir anlığına bitiverir bütün enerjin, buna rağmen duramazsın yerinde nedeni belirsiz bir avkalanma ve çaba vardır yüreğinin görünmez derinliklerinde.
                Issız bir tüneldesindir bazen bilmeden girdiğin hedef doğrultusunda. Bağırıp çığlıklar atarsın duyar belki birileri diye ama sesin kendi kulaklarını yırtar alabildiğine. Bağırmaktan, çığlık atmaktan vaz geçersin çaresizlikler içinde. Neden bağırasın ki kendinden başka duyan olmayınca? Mantığın devreye girer seni susturmak için.
                Aslanı düşlersin gözlerinin önüne getirerek. Aslan kadar güçlü ve yırtıcı olmayı istersin bir anda zıpladığında hedefe ulaşmak, yaşamın ümüğüne çökmek için.  Issız koridorlarda dolaşırsın hoplayıp zıplayarak bir av peşindesindir yanlış yerde olduğunu bilmeden.

                                                                                                                   Dedenin Torunu


Görsel: Google Görseller

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder

Yorumlar:
Hoş geldiniz.
İlginiz için teşekkür ederim.